9 Şubat 2011 Çarşamba

Dilek Pastanesi'nde yıllar önce içilen bir kahvenin ardından Galata yürüyüşü...


Bazen insanın aklına gelen sepya hayaller bi anda her şeyi darma duman edebiliyor. Dilek Pastanesi'nde yıllar önce içilen bir kahvenin ardından Galata yürüyüşü ya da köprüde yenen balık ekmek daha dün yaşanmış gibi yakın bi dönemi çağrıştırsa da üzerinden geçen zaman, hafif ama acı bi tebessüme boğuyor yaşayanı...

Evet henüz hayaller yokken, yapılan planlar birbirini tutmuyorken, anı yaşamaya yönelik kısa sevişmelerin yarattığı heyecanların getirdiği mutluluk nasıl da yer ediyor insan beyninde… Hatırlamayı unutamamak çok kötü lakin.

Onunla yediğin balık ekmeğin ardından “İyi bunu yemeden önce sevişmişiz yoksa ne bok yerdik canım” ya da denize bakarak sarıldığın bedende kaybolup sıcak hislerle “Ne haber yarram yea” demeyi boğularak nasıl da özlüyor insan...

Hele hele dokunup hissederek zamanı kilitlemeye çalıştığın o anlar? Her bi saniyeden binlerce dakika yaratmak için çırpındığın o kahrolası anlar!!! “Hadi bi kahve daha içelim, olmadı ardından çay içelim, ardından yürüyelim ama hep gözlerimiz birbirimize kenetlensin” gibisinden yaşanmışlıkları arttıran o kutsal anlar…

Hepsi yıllar sonra belki de boğazında bi düğüm olarak kalıp acıtıyor ancak yaşanan her şeyin daha dün gibiymiş gibi bi hisle ağzına sıçması dışında yarattığı bi imge yok aslında. Yenilen içilen elbette kar ancak yaşanılan sadece geride kalan yıllara hapsolmuş bi esir…

Güzel yıllar, keyifli yıllar, onunla anlamı olan yıllar. O çok uzaklarda olup, yılların ardına hapsolmuş olsa bile… Sevmenin yeterli olduğu yıllar...