12 Aralık 2010 Pazar

Başlıksız

Aslında Aristo'nun karma rejimlerinden, yönetim şekillerinden ve özellikle "Tiran"lığın akıllara zarar zorba uygulamalarından bahsetmek isterdim ama tecavüze uğrayan ya da dayağa maruz kalan bir kadının öncelikle "acaba başkaları ne der" diye yaftalandığı bir ortamda, kadın aklımla felsefeye/siyasete bulaşacak kadar sikkodan bir beynim yok canlarım...

İçine aşk kaçan çoğu şeyi eleştiren ve konu olduğunda da bunu kendi bakış açısına uygun bir şekilde seramik hamuru gibi şekillendiren erkek öngörüsünün hakim olduğu bir ortamda aşk mesajları vererek beyninizi de sikmicem. Tehlike yok korkmayın...

Size yumurta tokuşturarak oyun oynayan çiftlerin sevişlerinden de bahsetmeyeceğim....

Bahsetmek istediğim şeyler yıllar önce size manyak hislerle aşık olan ama bunu sizin yıllar sonra fark ettiğinizde soğuk su etkisi altında bocalayan beyniniz de olmayacak...

Yine daha entel görüneyim diye sik, am ve bilimum organlara aforizmasal tanımlar tanımlar getiren bünyeler de konumuz dışında...

Ama ben bir insanın çok hoşlandığı hatta yer yer idolü olarak gördüğü nefes alan bir canlıya karşı beslediği hislerin, onunla tanışınca cart diye götüne geçmesinden bahsetmek istemem. Yani hayaliyle seviştiğine bi şekle dokunduğunda aslında onun da kendin gibi nefes alan hisseden bi suret olduğuyle yüzleşmenin getirdiği sancı... Bunlardan uzak durun tanışmayın, uzaktan sevin, boşverin...

Herkesin idolü kendine zaten unutalım gitsin...

Şöyle de bir durum var. Bazı insanları tanıyoruz, zamanla onları seviyoruz. Seviştiklerimiz de oluyor arada.. Sevdiklerimiz de... Bazılarına ulaşılmaz değerler atfederken, bazıları ummadığım bi anda çekip giderek, bizleri sığıntı bir piç gibi ortada bırakabiliyor... Onların üzerinden uzun vadede plan yapmasak bile "neden ben" sorusuna bulamadığımız cevap bir yerlerimize çıkmamak üzere giriveriyor. Evet öyle insanlar var ki yazı da yazdırıyor, öyle de insanlar var ki - - -

Sadece gidişinden sonra biraz toparlanayım , şöyle bir nefes alayım derken bu sefer geri döndüklerini görüyorsunuz. "İyi de ben tam kendime yeni yeni gelmeye başlarken bu şekilde dönerek neden beni ters düz ediyorsun piç" demeye fırsat kalmadan kelimeler boğazınızda düğümleniveriyor. Ne giden ne seven... En çok ağza sıçan unutulmuyor. Aslında unutuluyor ama unutturmamaya yönelik sanki baskı varmışcasına kendinizi kronik bi unutmama haliyle sıkıp öldürmeye çalışıyorsunuz...
Sizi tanımayan biri hakkınızda ilk başlarda olumsuz yargılarda bulunup, yavaş yavaş tanıdıkça aslında düşüncelerinde yanıldığını anlıyorsa; bir müddet sonra hisleri bir inkar içine de girebiliyor."Evet senden hoşlanıyorum ama sanırım bu aşk değil" gibi. Aslında bal gibi de aşık ama yanılgıları ve hayal kırıklıkları altında o kadar boğulmuş ki herkes hakkında olumsuz düşünmeye programlanmış gibi. Ama bir kez tanıyınca da hemen bağlanabiliyor ve asla gitmiyor. Bu tür için gitmeler yok ama kalınca da maalesef tutunamıyorlar. İçlerine işleyen iyilik öngörüleri hep başlarına iş açıyor. Keşke mutlu olabilseler ama dedim ya gitmedikleri için bunlar hep gidenlerin ardından ağlamaklı bir şekilde el sallamaya mahkum oluyorlar...

Değer vermeyen, düşünmeyen ve sevmeyenler ise her gittiklerinde değere bindikleri gibi döndüklerinde de aynı değeri görüyorlar. Ama bu değişmeli... Sevmeyin onları olur mu?Yapmayın bunu. Görmezden gelin...Unutun ve üzerine bir miktar toprak atın.Bunu yapın..En azından -kendinizi siktir edin- gidemeyen, gitmeyi bilmeyen o değerli, düşünceli tür için yapın...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Kendine Yaptığın Haksızlık, Daha Da Yakıcı Bir Tatla Ağzına Gelecek Belki, Ama Kusamayacaksın...


Bazıları, Rakım Çalapala okumayı sever, bazıları Memduh Şevket Esendal'ı... Bazılarımız her şeye tepkiyle yaklaşır, bazılarımız ise ezilir ve tepkisizlikten havaya suya karışır...

Bazı erkekler, hayatları boyunca karşılarına çıkan kadınlara lanet okur, üzerlerine bulaşan kadına sahiplenememe zayıflığını atmak için... Bazı kadınlar sadece hayatlarına giren tek bir erkeğe sığınırlar, güvene olan şüpheli inatlarını kırmak için...

Tuhaf...

Bir anda sadece bir kaç saniyelik bir görüntü nasıl da insanın ağzına sıçıveriyor. Tesadüfen karşılaştığın 2 yıl önceki yatak arkadaşın aslında sana yerinde saydığını hatırlatabiliyor.Belki arada zıplıyorsun ama ayağına takılan engeller koşmak yerine yürümeni bile engelliyor.

Öyle anlar var ki geçmişten gelen en değersiz bir kişi bile inkar etmeye çalıştığın belki de umursamadığın hisleri suratına vurabiliyor...

"Ben aslında bağlılığı, sadakati severim ulan, karşıma adam gibi biri mi çıktı da bağlanmadık!" serzenişi işte o anda götüne giriveriyor. Yalnız bir şekilde, oradan oraya savrulup; hayata iyi ya da kötü bir şekilde yön verirken; aklını alabiliyor. Hep bir gece önceki ruh halinde kalmasını istediğin ama yeni durumlara kanalize olmak zorunda kalınca seni yarı yolda bırakan kahrolası aklını...

Şimdi sen son tanıştığın beden ortağı arkadaşınla sevişip belki orgazma bir adım yaklaşmış durumdasın. Evet mükemmel bir boşalma ile her gün yaşadığın rahatmaya bir göz atacaksın. Ama sana geçmişi hatırlatan her obje karşına çıktığında içindeki ateşi daha da yakacak. Birlikte olduğun her insanın sayısı arttıkça içindeki yalnızlık ve kendine yaptığın haksızlık daha da yakıcı bir tatla ağzına gelecek belki, ama kusamayacaksın...

Ve sonrası...

Sevgisizlik başını döndüreceke ama sen heveslerine tutunacaksın. Taki Memduh Şevket Esendal okumaya başladığın bir gecede André Gide okuyan yeni biri seni arayanadek...